28 Mayıs 2007 Pazartesi

12 Mayis Cumartesi, Diyarbakir


Sabah kahvaltısında Zeren’in tabağından böcek çıktı. Öldürüp yemeye devam etti kendisi hemen koşullara ayak uydurduğu için. Ben çay bardağım lekeli olduğundan geri yolladım falan ama zorluyoruz tabii standartları. Sonra kalktık ancak bir anda arkamızdan “kahvaltı parasını ödemediniz” diye koşmaya başladılar. Hayatımda hiç bir kaldığım yerde kalışa ayrı kahvaltıya ayrı para vermem gerekmemişti.

Otelden ayrılırken bavulu vestiyere bırakmak isteyince polis memuresi resepsiyon görevlisi bana şunu dedi: "her otelde vestiyer var da, ne demek? burası polis arkadaşlar için misafirhane hanfendi, otel değil. ben sorumluluk almam". İnsan ah ah, nerede İstiklal mobilyalı, plastik çiçekli Ankara Hakimevi, nerede “komutanımızın rütbesi nedir?” diye soran ve önce albay eşlerinin saçını yapan ordu evinin berberi diye düşünmeden edemiyor. Urfa Öğretmenevi gayet iyiydi mesela. Sonuç olarak, beni benden alan devlet konukseverliği örneklerini çok gördüm ama bu en kötüsü.

Bavulumuzla birlikte bizi almaya gelen Ali Bey ile yola koyuluyoruz. Önce durağa yürüyor ve otobüs beklemeye başlıyoruz. Aslında taksiye binmeyi tercih ediyoruz ama “burada o kadar taksi kullanılmaz” dendiği için razı oluyoruz. Sonunda minibüsten inip, Suriçi’ne giriyor ve Fatih Paşa Mahallesinde yürümeye başlıyoruz. Girdiğimiz bina eski ama onarımdan geçmiş, anne ve çocuklara eğitim verilen ve gönüllüleri olan bir yer. Binayı geziyor ve yapılanlara bakıyoruz. Sonra Ali Bey ile mülakata başlıyoruz. Ara verdiğimizde Zeren “heryerin görünüyor” diye uyarıyor, bunun üzerine fularımı bağlıyorum boynuma utanarak. Sonra gönüllü iki kişi ile görüşmeye başlıyoruz. Çok coşkulu, çok içten ve çok idealistler. Alıp bağrıma basasım geliyor onları. Özellikle Muhabbet’in “ben çok sevgi dolu bir ailede büyüdüm, inanamıyorum bu gördüklerime” demesi beni çok etkiliyor. ____ Öğretmenin haftasonları da kadınlara okuma yazma öğretmesi onların okumaları karşısında “mutlu oluyorum okuduklarında” demesi benim de içimi bir acayip yapıyor. Farklılar, İstanbul’daki gönüllülere göre çok farklılar. Ben zorluk çektim onlar çekmesin diye bakıyorlar. Duruşları kendi ifadeleriyle de vicdani. Şimdi Türkiye’nin diğer yerlerini daha da çok merak ediyorum. Orada insanlar nasıl acaba?

Ali Bey yoldan geçen bir adama teslim ediyor bizi, yolumuzu kaybetmeden gitmemiz için. Zeren topuklu ayakkabılarımla dalga geçerken bavul taşıyoruz. Öğle yemeğimiz börek sonra yine Ulu Camideyiz. Bu sefer gündüz resimleri çekiyoruz. Allahım burası Arabistan, Kürdistan diye düşünüyoruz. Türkiye ile alakası yok etraftaki tiplerin. Sonra sora sora bavulu taşıya taşıya, Polis evindeki memureye küfür ede ede, KAMER’i buluyoruz.

Biraz bekliyoruz ama bir süre sonra dört tane kadın karşımızda. Ne kadar büyük bir yol aşmışlıkla, ne kadar iktidar ilişkilerini sorgulamış, ne kadar entellektüel birikimle ne kadar yollar aşmış olarak karşımızdalar. Kendi yaşamışlıklarından, bizzat kendi şiddet mağduriyetlerinden ne kadar büyük bir açık yüreklilik ve öğrenmişlikle bahsedebiliyorlar. Hayran oluyor insan. Birbirlerini tamamlıyorlar. Her biri diğerinin sözü bıraktığı başka bir yerden alıyor. Gönüllülerden ne öğrendiniz sorusuna “dayanışmayı öğrendik” dumur cevabı geliyor.

Ara veriyoruz. Konuşurken Başbakanlık genelgesini ne denli faydalı bir şekilde kullanabileceğimizi anlıyorum sayelerinde bir anda. O kadar profesyonel o kadar ne yaptıklarını bilir haldeler ki...dile kolay 3000 kadına yardım et, töre cinayetinden kurtar. On senede on ilde örgütlen. Herkes artık seni muhatap alır ve dinler hale gelsin. Devleti harekete geçiren güç ol. Müthiş bir başarı.

Mülakatın sonunda resimler çektiriyoruz onlarla. Projemizi anlıyor ve seviyorlar. Taksi çağırıyorlar bizim için. Öpüşüp ayrılıyoruz. Havaalanına yaklaşırken askeri lojmanların iki kat duvarının üzerindeki çitler ve onun da üstündeki dikenli tellere şaşıyoruz. Taksi şoförü “silahlar onlarda hala bizden korkuyorlar” diyor bunun üzerine. Devlet burada halka ilişkiler kampanyasını kaybetmiş. İnsanlarda müthiş bir haksızlığa uğramışlık duygusu hakim. Boşuna değil tabii. Hele olağanüstü hal zamanlarında çok sıkıntı çekmişler. Bindikleri minibüsten indirilip on kmde bir arandıklarını anlatıyordu Muhammet ile Kadir de...

Sonunda havaalanındayız. Erken uçakta yer bulup sandığımızdan da önce İstanbul’da olacağımızı anlıyoruz. Yorgun ama mutluyuz. Çok yoğun geçti ama çok güzel çekimler yaptık. Çok ilginç şeyler yaşadık. Ama bize çok da yabancıydı. O yüzden İstanbul’a dönmek güzel.

Hiç yorum yok: